Hakkımda Yazılanlar

HAKKIMDA ÇIKAN YAZILARDAN BİR TANESİ;

 

BİZİM FARUK NAFİZ

 

Bizim Faruk Nafiz ÇAMLIBEL kim diye sormayın bana? Onun adı: Mustafa AKBABA’dır. İçinde yaşadığı şehri adım adım dolaşır, fakat, asırların gerisindeki günlere varır şair Akbaba… Bazen bir su içer cami çeşmesinde, bazen dinlenir çınar gölgesinde… Efsunlu günleri saat saat yaşar…

Yaşar Bursa’nın fethini “Geyikli Baba” ile…

Sonra, Emir Sultan’la Bayezid Han’ın bir müşkili çözerken, Somuncu Baba’ya danışmalarına şahit olur… Somuncu Baba’nın zaman ve mekanı aşarak, caminin tüm kapılarından çıkışını izler…

Bizim Akbaba yani bizim Faruk Nafiz böyle işte… “Varlığını mazinin nefesiyle kaybeder. Ancak, bir ezan sesiyle uyanır ve kendine gelir.” Gönlünce dolaşır, hem de bıkmadan o yolu…

 

******

 

Şairimiz, kendisinin tenkid edilmesini ister. Kitabının son sayfasında açıktan açığa çağrı yapar. Der ki:

“Üzmez bizi ve ürkütmez, hattâ şevk verir o tenkid

Yeter ki kendi tenkide muhtaç olmasın münekkid”

 

******

 

H. Fethi GÖZLER; Faruk Nafiz için diyor ki

 

“İlk önceleri ferdi ve romantik şiirler yazan Faruk Nafiz, Anadolu’yu tanıdıktan sonra “memleket” şiirleri yazmağa başlamıştır. Halkın hayatından ve duygularından ilham alarak yazılan bu şiirler realist bir kimlik taşır. Bundan ötürü Faruk Nafiz’in şiirlerini üç kategoriye ayırabiliriz:

1) Aşk şiirleri

2) Memleket şiirleri

3) Düşünce şiirleri”

Akbaba’nın şiirleri de üç bölümden oluşmuştur.

Bana göre o, aşkı “O Fırtınalar” başlıklı şiirinde tarif etmektedir.

Her şair, dizelerinde elinden geldiğince aşkı tarif etmeye çalışmıştır. Akbaba da şiirlerinde hiç kimsenin tam olarak tarif edemediği aşkı kendince tarif etmiştir. Demiştir ki:

“Beklenmedik bir anda kopan fırtına, durgun deryalarda coşan ve taşan; nereden estiği belli olmayan rüzgâr ki önünde insan bile duramaz.

Sebep ya bir bakış, ya da edalı bir tavır.

Kimilerine göre simsiyah gözler, kor dudaklar… Ki onlar ya sümbüldür, ya bahar dalı… Onlarla insanlar ya mutludur, ya da kara sevdalı…”

 

******

 

Doktor Akbaba, mesleğinde gösterdiği hassasiyeti şiirlerinde de gösterir.

Hele aşkında? Aşkında sergilediği hassasiyet çoğu kere “sorgulamalar” la ortaya çıkar. “Karanfil, gül,yasemen miydin? Koklamadım ki… Bade veya zehir miydin? Tatmadım ki… Birkaç ürkek bakış, sadece o… Doymak mümkün mü?” deyiverir…

Ardından, dalar güzelliğe ve “hayran” kalır. Kokusunu koklamak ister Kır çiçeğinin… O, çiçekleri soğuk yellerin okşamasını, kızgın güneşlerin yakmasını istemez.

Mustafa Akbaba’nın kendine has, orijinal bir söylem biçimi vardır. Sanki mâzinin sihirli havasını mısralarına saklamış ve onu tatlı bir akşam rüzgârıyla sunar gibidir.

Türk şiirinde geleceğe imza atan şairimiz ince bir hüznün sancılarını çekmektedir. Son bahar ve özellikle “eylül” vurgunudur. Şarkı normunda genellikle uzun mısralarla, Yahya Kemal’ce seslenir. Nadide, az bulunur ve antikadır sanki…

“Eylül Hüznü” şiiri ve “Eylül Serinliği” şiiri ile, gönül telimizin titremelerini anlatır. Ahmet Hamdi Tanpınar “Bursa’da Zaman” şiirinde;

“Bursa da bir eski cami avlusu

Küçük şadırvanda şakırdayan su;

Orhan zamanından kalma bir duvar…

Onunla bir yaşta ihtiyar çınar

Eliyor dört yana sakin bir günü

…………………………….’der. Der ama, adetâ kelimelerle resim yapar. Cenap Şahabettin’de aynı anlayışla “kelimelerden resim” yapmaya çalışmıştır. Akbaba, kelimelerin kuyumculuğunu üstlenmiştir. Elinde yağlı boya fırçasıyla, ender rastlanılan manzaraları resmeden, estetik anlayışı çok yüksek bir ressamdır.

Dış âlemin resmini çizerken, kendi iç âlemini; hattâ toplumun ortak nabzını da resme usulca gizler. Farkına varmadan, o manzarayı seyre dalarsınız. Ancak, manzaranın gizeminden kurtulup tahlilci bir anlayışla tekrar baktığınızda, şairimizin gönül haykırışlarını hissedersiniz.

Mâzînin efsûnlu rüyâlarının yansıtmada ustasıdır.

“Bana şarkılar söyle, şöyle eskiden olsun

Mâzîden bir şey anlat, gönül baştan şâd olsun

Bana bir resim göster, geçmişi hatırlatsın

Efsûnlu rüyâlara gözüm kanarak baksın

Bir sevdadan bahseyle yürekleri tam yakan

O gözleri tasvîr et, yaş yerine kan akan

Hasılı, kaldırıver o zaman perdesini

Görelim doyasıya mâzî efsânesini…”

Yahya Kemal Beyatlı ve daha birçok ünlü şairimiz, mazinin tatlı hatıralarının çekiminden kendilerini kurtaramamışlardır. Yahya Kemal’in çoğu şiirlerinde Üsküp’ten İstanbul’a uzanan türküsünde, sevgilisi de bulunur. Şanlı geçmiş, bu günün olumsuzluklarını silmeli ve iyi bir gelecek ortaya komalıdır diye düşünür.

Ahmet Haşim, sembolist mısralarını, yüzünün siyahlığından mı yazdı dersiniz? Gündüz meydanlarda görülmeyen Haşim, akşamın alaca karanlığında ıslık çalmaya başlar. Karanlık, O’na ilham yağdırır. Akbaba’da karanlıklarla uğraşır. Karanlıklara “benim sırdaşım ve yoldaşım” der. Akşam onda lacivert bakışlı, hıçkırıklarını, hasretini getiren bir tutkudur.

Akbaba’nın iki şiirinde “sarhoş” kelimesini “serhoş” olarak belirttiğini gördüm. “Gözlerden içip aşkı çılgınca serhoş olduk” der, sonra da, “Yılların serhoşluğu halâ durur ser’inde” deyiverir… Ve “Aradığım Şarap” da, “İçtikçe ruhumu yakacak şarap/ Bilmiyorum, hangi mahzende gizli” dedikten sonra, mest olacağı, o kutlu şarabı bulabilmek için çırpındığını bildirir… Bu arayışta tek amaç vardır. O da “Gönlünün hiç ölmeyen Leylâ” sına ulaşmaktır. “Divaneyim” de “Bir hayâl leylâsının peşinde avareyim/ Çöllerde her serabın ardında seyyâreyim/ Yıllardır bu arzunun derdiyle pervâneyim/ Ben bir mecnûn değilim, mecnûndan dîvâneyim” mısraları, şairimizin tüm sırrını açıklar. Öylesine açıklar ki, “Aradım” da “Kızgın çöller içinde hep o gülü aradım” diye yankılanır sesi…

O’nun şiirinin anahtar kelimeleri bana göre şunlardır.

“Efsûn, lâkin hayâl, serap, can, canan, gizli sevda, gönül, emel, elem, gölge, yasemen, gül ve gecedir.”

İşte bu kelimeler ve bunlara benzeyen öteki anahtar kelimelerle, sabırla örer şiir ağını… Bu kelimeler, kullanıldığı dizede önüne veya sonuna getirilen tamlamalarla daha bir anlam kazanır. Seçtiği konularla sürdürmeye çalıştığı üslup birbirini tamamlar. O’nun dokunuşları rahatsız edici bir yumruk değil, ışığın sudaki dansına benzer. Yumuşak ve pamuksu…

Sadece psikolojik muhteva değil, sosyal muhteva da taşıyan şiirlerinde “mesaj” öne çıkmadan, karşınızda sizi beklemektedir. Olayın içinden mesajı, siz çeker çıkarırsınız.

Dranas’ın “Fahriye Abla” sı, Kemalettin Kamu’nun “Bingöl Çobanları” Ahmet Tufan Şentürk’ün “Fahriye ve Denginur” u, birer şiir kahramanlarıdır. Şair, bu kahramanlar ile kendi ruh kökünü yaşatır. Özlemlerini, çilesini, arayışlarını bu kökle sergiler. Akbaba’mız da “Meyhaneci Resûl” tiplemesi ile aynı yokuşu tırmanır. Yenikapı’da müşterileriyle birlikte her gün içen Resûl, bir gün ortadan kaybolur. İçkiyi bırakıp, camide beş vakit namaz kılmaya başlayan meyhaneci’nin ruhundaki huzuru bulursunuz şiirinde. Tıpkı, Kaleiçi’ndeki dar sokaklarda bulunan taş duvarların sessizliğinde olduğu gibi…

“Sabah namazından çıkan ihtiyarları” yazarken, ak saçlı, benzi soluk ihtiyarların kırılmış bir tespih gibi, ağır aksak adımlarla sabahın loşluğunda kayboluşlarını ne de güzel dile getirmiştir Akbaba? Şiirinin geometrisinde, “koşma” tarzı bulunmaz. Daha çok “Gazel” ve “Şarkı” tarzı hakimdir. Kafiyelerini “sarmal” veya “çapraz” yapmaya bayılır.”A, b A, b” şeklinden hiç vazgeçmez hali vardır. Ancak, diğer türleri de denemiştir. Aruz tadında bir şiir biçimi… İşte Akbaba bu… Dörtlükleriyle de başarının doruklarına çıkmasını bilmiştir.

Duyguları şiir kervanının öncüsüdür. Duyguları kervanı çeker çevirir. Sihirli bir kavalın titreyişlerine benzer duyguları. Kervanı ve yolcularını sarıp sarmalar…

Şiirinin geometrisi yekpâredir, bütündür. Kopuk, birbiriyle kavgalı kelimeler göremezsiniz. Aşırılık ve isyân yoktur. Kavurucu, kahredici, çılgın ve sivri bir doku bulunmaz. Yakan bir alev topu olmak yerine, ılıman bir “yaz” havasıdır şiiri… Güzel dilimiz onun dilinde daha bir güzellik kazanır. Muhayyel bir dünyanın bize açılan bir penceresidir. Günlük telâş ve sıkıntıları, o pencereden gelen pırıltılarla siler gidersiniz. Gönül ikliminin esintilerinde, mutluluk kanatlarını takınırsınız.

Rahmetli Mehmet Çınarlı’ya çok benzetirim Akbaba’yı. Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Çınarlı’nın nefes alışını Akbaba’nın mısralarında görür gibi olurum. “Hisar” akımının bayraktarıdır veya devamıdır diyebilirim.

“Gül Fantezisi” kalbinin rengidir. Sessiz ve içten ağlayışına siz isterseniz “Şebnem” deyin. Kızıl goncaların şarkısıyla yaşamaya devam eder. Ya da “Salkım Çiçekleri” yle mevsimlik perilerin teninde bulursunuz onu…

“Gölge Misali” isimli ilk kitabı yayınlandığında;

“Bir gün anlaşılır mı bizim de eş’ârımız?

Gerçi, yoktur zerrece bunda bir iddiamız

Lâkin, neler okuduk bu nazım deryasında

Hak verdik kendimize, neşroldu kitabımız.”

Akbaba, zerrece “iddiam” yok dese de, o şiirde çok iddialı bir şairimizdir. İlhamı bol olsun. Daha nice şiirlerini ve eserlerini bekliyoruz.

 

Mustafa CEYLAN AKDENİZDE İKLİM DERGİSİ 1

Mustafa AKBABA